4 Nisan 2011 Pazartesi

Keloğlan Yollarda... Salına salına bir öne, bir arkaya; dal bacak, sıska gövde düştüm yollara yollara... Beşinci bölüm...

Heybemde ekmek-soğan azığım.

Sözleri bir kamçı gibi anacığımın.

Salına salına bir öne, bir arkaya; dal bacak, sıska gövde düştüm yollara yollara...

Değerli İzleyici,

Otuz yıl önce açtığım hayal perdesi açık duruyor.

Daha önce dört sunum yaptım.

Beşincisi bugün. Keloğlan yolda.

Bakalım bizleri nereye götürecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 07 Nisan 2011, Stockholm



Sırtımda düğmesiz iliksiz göynek, ne az gitmek, ne uz gitmek; iki adım attım ya atmadım... çıkmasın mı Suludana karşıma.

Ölümlerden ölüm mü beğenirsin?

Yoksa Suludana’nın ağzını mı dinlersin?

Ben de dinlemedim hergün sizin dinlediğiniz gibi.

Heyy Keloğlan... Keloğlan
Ananı saldım tarlaya
Babanı sürdüm savaşa
Ben kimim.. bakta uyan!
Heyy Keloğlan... Keloğlan...

Heyy Keloğlan... Keloğlan
Ben olacağım Sultan, bu birincisi
Deveyi hamutla yutacak birisi
Elime geçecek yüzlerce han - hamam...

Şimdi yola çıkışım bu kısrakla
Yanıltmasın tosunum, hiç seni
Döneceğim otomobil muratla,
Sonra, traktörlerim kanatlı
Sonra, uçan tırkamyonlarım
Dolduracak ovaları, yolları...
Heyy Keloğlan.. acemi oğlan
Gel uzlaşalım yola çıkmadan...

Varacağım yedibaşlı zengin deve
Heyy Keloğlan... Keloğlan
Ortak olup geçeceğim onun yerine
Seni kul, köle edeceğim
Uzuneşek gibi bineceğim sırtına
Heyy Keloğlan.. dangalak oğlan...

Kısrağım tüketir darıları
Sen bu uyuz eşekle dolanda gel
Aklında tut sayıları
Yedikızlı Kafdağı’nın ardında
Olacağım görkemli Sultan
Aşmışım ben doğarken Üsküdar’ı.

Gel uzlaşalım daha şimdiden
Heyy Keloğlan.. çaylak oğlan...
Boşuna yorma, incitme canını
Bana seyis gerek, sana Sultan
Topla arkadan atımın nallarını...



Canlar.. canlar.. siz olsanız ne yaparsınız?
Bilemem ya, ben şaştım kaldım köyün yamacında.

Birden ürktü bizim boz eşek, bomboz oldu ortalık, düştüm ayaklarının altına.

Bir baktım ne eşek, meşek ne de sıpa, ne kısrak ne de Suludana görünmüyorlar yolda, yolakta...

*Keloğlan Bir Destan, Tekin Sonmez, Yansıma Yayınları Gençler Dizisi, Temmuz 1981, İstanbul
30 yıl önceden Mıstık çizdi, resimledi...

18 Mart 2011 Cuma

Keloğlan Yollarda... Çulsuza çul, yolcuya kırat gerek... Dördüncü bölüm...

Buna kaçmak kurtulmak denilebilir mi...

..yine de bilmiyorum.

Diye kendisiyle söyleşiyor Keloğlan...

Otuz yıl önce açtığım hayal perdesi açık duruyor.

Daha önce üç sunum yaptım.

Değerli İzleyici,

Dördüncüsü bugün. Keloğlan yolda.

Niyetini anasına açacak.

Bakalım bizleri nereye götürecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 18 Mart 2011, Stockholm




Derdimi açtım anama ilkin:
'Ana ana, adım çıktı Keloğlan’a
Keloğlan’ın kör alıcısı olur
Deselerd de inanma bu sözlere
Bırk gideyim gurbete ey ana!..'

Anam ne de olsa, kanayaklı, gözü yaşlı eksik etek.

Başladı döne döne dövünüp yolunmaya:

'Çulsuza çul, yolcuya kırat gerek
Oğul oğul ciğerimin köşesi oğul
Kılıç gerek, kaşkan gerek, ok gerek
Sen ne ile şıkıyorsun gurbete?
Bizimkisi bir delik heybe, bir eşek!'

Diyerek uzatsa da anam sözünü, ben kıramadım garibin gönlünü. Hoş tuttum yoksulu, elini öptüm, dönmedim kararımdan.
Ne etsem çaresiz soktular kafama
Taşı toprağı altun mu elmas mı nedir
Yedi tepenin üstünde kurulmuş gibi
Kafdağı mır nedir, boyna söylenir
Beni bekler ceren gözlü, incecik belli kızlarla,beni bekler ana, senin beni beklediğin gibi...
Diyerek, aldım bizim boz eşeği yanıma.

Gidiyorum hünerlerden hüner beğenmek için.

Dönüp de Suludana’nıyı yola getirmek için!
Heybemde ekmek-soğan azığım. Sözleri bir kamçı gibi anacığımın.

Salına salına bir öne, bir arkaya; dal bacak, sıska gövde düştüm yollara yollara...

*Keloğlan Bir Destan, Tekin Sonmez, Yansıma Yayınları Gençler Dizisi, Temmuz 1981, İstanbul

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kaf Dağı düşleri peşinde Keloğlan, Bölüm;3

'Elektriksiz, düğmesiz, camsız televizyonu kurduk eve, evi verdik yele.

Yel tekerlendi daha bulunamamış telefon telinden geçti oldu deve.’

Değerli İzleyici,

Bu satırların yazarının otuz yıl önce yayımladığı bir tasarımdır.

Bu bir hayal perdesidir, diyerek ilk, iki kısa birer parça sundum.

Bu iki anlatıya dönüp bakınca ne görüyoruz?

Çok çocuklu bir anne, baba ortalarda yok…

Tipik, geleneksel köy yaşamı.. baba büyük kentlere iş için gitmiş...

Dönmemiş baba! Dönecek bir gün..

Belki de uzun seferberlik...

Baba o cepheden bu cepheye koşuyor. Anne mani düzüyor. Ağıt yok! Beşik sallıyor, cesaret veriyor!:

Tipik Anadolu anası bir kadın, bakın ne diyor:

"Minik oğlum, ciğer oğlum

Büyü.. büyü.. çabuk büyü...

Git babanın izinden savaşa

Seni bu günlere doğurdu anan.

Ünlensin adınla yeryüzü

Yiğit oğlu yiğit, kahraman..."

Bu öyküleri işitiriz bugün de.


Keloğlan böyle bir çocuklukla yola çıkan bir tasarım.

Annesinin beşik salladığı sırada söylediği maniler motive etmiş onu. Babasının peşinden gidecek değil. O, gitmek istese de çağ buna izin vermiyor.

Bunun ayırdında olduğunu seziyoruz uzaktan. Evet! Annesinin götürdüğü ağanın kapısını unutmuyor...

"İş buldum Ağa’nın kapısında. Ya anam! Anam kul köle oldu Ağa’ya, yedi büklüm, yedi temennah çekti.

"Az kalsın sevincinden başlayacaktı uçmaya. Sevincinden başladı ağlamaya," diye öyküsünün başlangıcı da son derece gerçekçi birkaç tümceyle vermişti bu durumu yine kendisi önceki bölümde.

Anlatı birinci kişi, ilk elden...

Keloğlan kendisi kendi yaşamını anlatıyor.

Kırk yıl önce, bu satırların yazarının bıraktığı yerde...

Bakın, bıraktığımız yerde sürdürüyor anlatısını...

Bu bölümün sonunda yol var.


Yola çıkacağını kendisi söylüyor.

Nereye gidecek?

Olası ki kendisi de bilmiyor bunu...

Onu izleyelim!

Bakalım bizleri nereye götürecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 23 Şubat 2011, Stockholm





Şaştım kaldım ben bu dünyanın işine, giriştim taşlı üç çuval pirince.

Ama ne gezer pirinç, üç çuval taş ufağı döktüler önüme!

Önüme dökülen üç çuval taş ufağına mı bakayım?

Yoksa Suludana’nın ettiklerine mi yanayım…

Üç aşağı beş yukarı, oradaysa Halep, burada arşını...

İşte yine ben alttayım. Suludana sırtımda.

Pişmiş aşa su katan.. her oyunda çıngar çıkaran, şirret mi şirret birisi.

Ağa’nın oğlu Sulu.. köyümüzün iri kıyım, şiş göbek gülü...

Dövdü beni her fırsat buldukça, ne yapsam yaranamadım ona...

Bu yetmezmiş gibi, babası da:

-Bu nasıl duruş bu ne biçim iş,

-Ulan Keloğlan, hergele ulan

-Nereye yürüdü üç çuval pirinç

-Nasıl dümendir bu, sallanma söyle,

-Eti senin, kemiği benim, dediydi anan,

-Getirmez bana üç çuval pirinç

-Topunuzu satsam hiç acımadan...

Diyerek, bastı şaplağı kafama, bastı şaplağı kafama.

İşte o gün, bu gündür, saç kalmadı kafamda, döküldü hepsi.

Böylece, sözde olan Keloğlan adı, gerçekten takıldı bana.

Keloğlan aşağı.. Keloğlan yukarı...

Derken nasıl olduysa oldu, bıçak kemiğe dayandı.. oturdu!

Bıktım dayak yemekten, ezilip örselenmekten.

Kuşlukta birgün çıktım yola.

Kurtulmak için bunların elinden.

*Keloğlan Bir Destan, Tekin Sonmez, Yansıma Yayınları Gençler Dizisi, Temmuz 1981, İstanbul

2 Şubat 2011 Çarşamba

Keloğlan Bir Destan, bu satırların yazarının otuz yıl önce yayımladığı bir tasarımdır. Bir hayal perdesidir; Keloğlan’ın çocukluğu ilk bölüm, 2

'Anam açtı elini havaya.. ya da.. yabana.. Ağa'ya...

'Ardında on bebe, on ekmek düşmanı,

'Sızlandı dayandı Ağa'nın kapısına.'

Değerli İzleyici,

Masal, anlatı sanatının belkemiğini oluşturur.

Bu söz ve ses uyumlu öyküleme bugün nerede?

Bakın nereden nereye geldik!

'Bir varmış, bir yokmuş, deve tellal iken, horoz berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,'

Bu tür öngiriş parçasıyla başlayan masallar, Anadolu’da sürüyor olsa gerek bugün yine.

Fakat… Fakat! Teknolojinin yarattığı farklı bir dünyada, masallar da değişti. Şöyle ki üstteki tekerlemeli girişin yerini şunlar aldı bir açıdan:

‘Elektriksiz, düğmesiz, camsız televizyonu kurduk eve, evi verdik yele. Yel tekerlendi daha bulunamamış telefon telinden geçti oldu deve.’

Keloğlan Bir Destan, bu satırların yazarının otuz yıl önce yayımladığı bir tasarımdır.

Bir hayal perdesidir, demiştim. Keloğlan'ın çocukluğu bugün ikinci bölümü ile bu hayal perdesinde iletişim ivmesine uyumlu sürüyor… sürecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 2 Şubat 2011, Stockholm












'Anam açtı elini havaya.. ya da.. yabana.. Ağa'ya... Ardında on bebe, on ekmek düşmanı, sızlandı dayandı Ağa'nın kapısına. Bakın hele, neler neler söyledi, Ağa'ya yaranacak anam, aklı sıra.

Ah Ağa'm devletli Ağa'm
Adı ünlü kıldan ince
Sözü kılıçtan keskince
Toprağı bereketli Ağa'm!

Aha benim babasız bebeler
Beşi kız beşi de oğlan
Vardık kapına ey yüce ağa
Babaları dönmedi savaştan
Bunlara bir iş düşer tarlada
Eti senin kemiği benim, emanet
İşte burada ciğerim bücür oğlan.



Ağa'nın hiddetine mi dayanayım? Yoksa Suludana’nın keyfine mi kanayım? Bilemedim gitti... Ağa, bir baktı benim yüzüme, bin baktı oğlu Suludana’nın yüzüne. Adımı ünledi oracıkta:

Bre kadın, bre kadın
Senin kırkı geçti ayıbın.
Aç canınla cıbıl donunla
Ne demeğe gerek doğurdun
Bunca ekmek düşmanını, bre kadın.

Bre kadın, bre kadın
Bunun adı Keloğlan, bu bir
Aklıma geldi bir fikir
Girsin benim oğlanın emrine
Ayıklasın üç çuval pirincin taşını
Yemeden, içmeden üç gün içinde.

Saldım ötekilerini de tarlaya.
Varın gidin hepiniz, haydi.. bakalım.
Ayıklayın tarlanın taşlarını.
Ne sürtüyorsun daha burada!
Bre kadın, bre kadın, haydi.. bakalım...

İşte böylece iş buldum Ağa’nın kapısında. Ya anam! Anam kul köle oldu Ağa’ya, yedi büklüm, yedi temennah çekti. Az kalsın sevincinden başlayacaktı uçmaya. Sevincinden başladı ağlamaya...

*Keloğlan Bir Destan, Tekin Sonmez, Yansıma Yayınları Gençler Dizisi, Temmuz 1981, İstanbul

25 Ocak 2011 Salı

Keloğlan Bir Destan; 'Ayak yalın baş açık. Köyün tüm çocukları birdir bir, çelik çomak, uzuneşek oynardık. Keloğlan'ın Çocukluğu ilk bölüm,1

‘Elektriksiz, düğmesiz, camsız televizyonu kurduk eve, evi verdik yele. Yel tekerlendi daha bulunamamış telefon telinden geçti oldu deve.’

Değerli İzleyici,

Keloğlan Bir Destan, bu satırların yazarının otuz yıl önce yayımladığı bir tasarımdır. Bir hayal perdesidir.

Önsözü şöyle başlıyor; ‘Haftalık Yansıma Gazetesi için yazılmış ilk bölümler, (Mayıs- Haziran 1980) bu gazetede yayımlandı.

‘Kitabın ortalarına dek düşlemle imgelem yüklü masal öğesini dilediğimce kullandım. Masal, sözlü anlatı geleneğimizin belkemiğini oluşturuyordu.’

Keloğlan olgusunu da irdeleyen otuz yıl önceki bu önsöze sırası geldikçe döneceğim ve gönderme yapacağım. Bununla birlikte, Keloğlan Bir Destan, adlı bu öyküleme ve masallama tasarımı, burada yaşamına yeniden başlıyor. Keloğlan'ın Çocukluğu işte bugün, işte şimdi...

Otuz yıl önceki yerden, evet! Fakat o günkü Keloğlan serüveni olarak sahnede yer alıyor. Bir değişiklik yok! Otuz yıl önce kitaplık raflarında yer almış Keloğlan’ın çocukluğunu Mıstık'ın o günkü çizgileriyle bugün izleyelim, görelim bakalım...

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 26 Ocak 2011, StockholmElektriksiz, düğmesiz, camsız televizyonu kurduk eve, evi verdik yele.

Yel tekerlendi daha bulunamamış telefon telinden geçti oldu deve.

Deve tırkamyonu olmadan önce, buharlı marşandiz iken, Suluhan padişah olmadan önce Danasulu iken, ben de Keloğlan olup, kuloğlan olmadım, yolları çırak yaptım kendime.

Davul vurmuyordu dengi dengine, ben başladım çocukluk serüvenine.

Bir ülkede bir köy, köyde bir mahalle, mahallade bir ev, evde bir Keloğlan, yani ben.’

Ayak yalın baş açık. Köyün tüm çocukları birdir bir, çelik çomak, uzuneşek oynardık.

Uzuneşekte düşerdim hep alta, sanki çekip çıkarırdı beni bir olta.

Ne eder eder, sırtıma binerdi Suludana.

Çocukluğunda Suludana’nın babası binermiş babamın sırıtına. Anam söyledi bunu, ben daha doğmadan;

Minik oğlum, bücür oğlum
Büyücek adam olacak usuldan
Kendi adını hemen bulacak
Babası dönünce savaşlardan.

Minik oğlum, ciğer oğlum
Büyü.. büyü.. çabuk büyü...
Git babanın izinden savaşa
Seni bu günlere doğurdu anan.
İnlensin adınla yeryüzü
Yiğit oğlu yiğit, kahraman...

Tıngır mıngır beşiğim, diye diye öykünürken anam,

ne cepheden döndü babam madalyalarla,
ne adım ünlendi yiğitoğlu yiğit, kahraman...’

*Keloğlan Bir Destan, Tekin Sonmez, Yansıma Yayınları Gençler Dizisi, Temmuz 1981 , İstanbul